Mağaracılık
Mağara denilince bir çok insanın aklına korku dolu yerler gelir. Çünkü yer altındaki bu karanlık ortam bir çok bilinmeyeni barındırır ve gizemli efsanelere konu olmuştur. Oysa mağaralar uzun yıllar önce insanlar tarafından barınak veya depo olarak kullanılmıştır. Ancak daha sonraları insanların barınma anlayışının gelişmesi ve değişmesiyle birlikte tekrar eski gizemli hallerine geri dönmüşlerdir. Günümüzde ise turizme açılmış bazı mağaralar ve mağaracılar tarafından araştırılmış olanlar hariç bilinmezliklerini halen korumaktadırlar.
Bazen yerin yüzlerce metre altına uzanabilen mağaralar içlerinde sarkıtların, dikitlerin, sütunların ve diğer oluşumların güzelliğiyle mağara meraklılarını kendisine çekmektedir. Bir çok kişi turistik mağaralarda bu oluşumları görebilirken bazıları da bu işi profesyonel bir spor olarak yapmaktadır.
Mağaracılık, mağaraların araştırılması ve incelenmesi ile ilgilenilen bilim ve spor dalıdır. Mağara Bilimi (Speleoloji), sporla bilimin iç içe olduğu yegâne doğa sporudur. Bünyesinde yürüyüş, kampçılık ve ip inişi gibi birçok sportif alanı; ölçüm, haritalama gibi uzmanlık alanlarını; jeoloji, hidrojeoloji, biyoloji gibi bilim dallarını barındırır.
Mağaracılık birbiriyle uyumlu ve iyi anlaşan bir ekiple gerçekleştirilebilir. Bireysel yapılabilecek bir spor değildir; tecrübeli, birbirini tanıyan ve sorumluluk bilinci yüksek bir ekiple yapılmalıdır. Mağaracılık keyifli olduğu kadar tehlikeli de bir doğa sporudur. Mağaralara mutlaka gerekli eğitimler alındıktan sonra uygun teknik malzemelerle girilmelidir.
Mağaracılar araştırma bölgelerinde buldukları mağaraları en kuytu köşesine kadar araştırdıktan sonra haritalandırırlar. Bu keşifler mağaranın büyüklüğüne ve derinliğine göre günlerce sürebilir. Bu süre içerisinde mağarada saatlerce hatta bazı durumlarda mağara içi kamplarda uyuyarak günlerce kalmak gerekebilir. Bir mağaracı karanlık, yükseklik ve su gibi insanın doğal korkularıyla mücadele etmek zorunda kalır. Yeri geldiğinde ıslanır, bazen dar ve çamurlu deliklerde sürünür. Zorlu bir spor olsa da bilinmeyenin merakı ve yer altındaki oluşumların güzelliği mağaracıyı ayakta tutar. Mağaradan çıktığında bilinmeyenin keşfinin hazzıyla yeni mağaralara doğru yol alır.
Türkiye mağaralar açısından dünyanın en zengin ülkelerinden birisi olmasına rağmen araştırmalara geç başlanmıştır. Yaklaşık olarak 40.000 tane olduğu düşünen Türkiye Mağaralarının çoğunluğu, Orta ve Doğu Toroslar ile Batı Karadeniz bölgesinde yer almaktadır.
Türkiye’de bilinen ilk mağara araştırması 1927 yılında Raymond Hovasse tarafından İstanbul Yarımburgaz Mağarası’nda mağara canlıları üzerinde yapılan çalışma olmasına rağmen, ekip olarak ciddi anlamda ilk çalışma 1955′te Temuçin Aygen ve arkadaşları tarafından Konya Maraspoli Mağarası’nda yapılmıştır. Temuçin Aygen tarafından 1964′te kurulan Mağara Araştırma Derneği halen çalışmalarına devam etmektedir. 1973 yılında ise Türkiye’nin ilk üniversite mağaracılık kulübü Boğaziçi Üniversitesi Mağara Araştırma Kulübü kurulmuştur. Bu kulüp Türkiye’nin en derin mağarası olan Peynirlikönü (Evren Günay Mehmet Ali-EGMA) Mağarası’nın araştırmasına devam etmektedir. İçel – Anamur‘daki bu mağaranın derinliği -1429 m.dir. Bu oluşumların dışında Ege Üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, Ankara Üniversitesi, Anadolu Üniversitesi, Akdeniz Üniversitesi, İstanbul Teknik Üniversitesi ve Uludağ Üniversitesi mağara araştırma kulüpleri; Toros Antalya Mağara Araştırma ve Koruma Derneği, Ege Mağara Araştırma ve Koruma Derneği, Eskişehir Mağara Araştırma Derneği, İzmir Mağara Araştırma Derneği, Boğaziçi Uluslararası Mağara Araştırma Derneği ve Anadolu Speleoloji Grubu Derneği çalışmalarına devam etmektedir. Bu oluşumların tümü Mağaracılık Federasyonu (MF) adı altında toplanarak, çalışmalarını ve bilgilerini paylaşmaktadır. Federasyon mağara kurtarma çalışmaları, mağaraların korunması, mağaraların ve mağaracıların envanterinin oluşturulması, eğitim ve araştırma standartlarının oluşturulması gibi çalışmalarda bulunmaktadır.
Mağaraların taşınmaz birer kültür varlığı olduğu unutulmadan korunması gerekmektedir. Bir sarkıtın 100 yılda ortalama 1 cm uzadığı düşünülecek olursa, gelecek nesillere aktarılacak en önemli güzelliklerden biri olacak mağaraların korunması açısından:
-
Mağaralarda yapılacak define vb. amaçlı izinsiz kazı ile tahribatlara engel olmak,
-
Tahribatların olduğu mağaraları Mağaracılık Federasyonu’na bildirmek,
-
Araştırması yapılmamış mağaraların en yakın araştırma gruplarına bildirilerek kayıt altına alınmasını sağlamak, etkili olacaktır.
Mağaralar Nasıl Oluşur?
Doğadaki hemen hemen bütün taşlar suda erir; ancak erime yoğunlukları taşın kimyasal yapısına göre değişir. En çok eriyen taş kaya tuzudur. Alçı taşı da (jips) bir başka kolay eriyen taş türüdür. Kireç taşı, deniz ve akarsu diplerinde ölmüş hayvan kabukları ve kemiklerinin üst üste birikimi sonucu oluşan organik biriktirme kayasıdır. Kireç taşı asidik suda erir. Yani su erimiş halde CO2 ihtiva ediyorsa, kireç taşını eritir. CO2 ise hava ile nispeten bitki ve ağaç köklerinde bulunur.
Bir mağaranın oluşabilmesi için temel koşul içinde suların hareket edebileceği bir çatlak ya da yarık sisteminin bulunmasıdır. Bu çatlaklar aynı veya farklı kaya yapıları arasında çatlaklar ile fay çatlakları olabilir. Asidik su basınç altında kayalardaki bu ince çatlaklara girerek kireçtaşlarını eritmeye başlar. Başlangıçta yarık ve çatlaklar geniş olmadığı için erime her yönde olsa da daha çok derinlemesine bir gelişme olur. Daha sonrada su çatlak sistemini genişleterek mağaranın ana hatları meydana getirir. Genel olarak kalın kireç taşı katmanlarında dikey mağaralar, yatayda geniş kireç taşı katmanlarında ise yatay mağaralar meydana gelir. Mağaralara çekiciliği veren içinde gelişmiş olan çökellerdir. Bu çökeller sarkıt, dikit, sütun, yaprak, makeroni, inci ve perde gibi oluşumlardır. Bu oluşumlar yeryüzündeki bitki, toprak ve kayalardan süzülerek gelen suyun içindeki CO2 miktarının mağara havasındakinden fazla olması durumunda meydana gelir. Sudan havaya CO2 transferi sırasında tavanda kireç çökelmesi sarkıtları, yere damlayan sular ise dikitleri oluşturur. Sarkıt ve dikitlerin birleşmesi ise sütunları oluşturur. Bu oluşumların meydana gelmesinde mağaranın üzerindeki kireç taşı biçimlenmesinin kalınlığı, biçimlenmenin üzerindeki toprak kalınlığı ve bitki örtüsü önemli rol oynar. Mağaraların güzelliği bu oluşumların zenginliği, farklılığı ve renkleri ile ifade edildiğinden mağaracının ilk görevi bu oluşumlara zarar vermemek ve verilmesini engellemektir. Bir sarkıt aktif bir mağarada 100 yılda ortalama 1 cm uzayabilmektedir. Mağaralar da canlılar gibi gelişimleri sonunda yok olurlar. Mağaraların yok olması tavandaki ve yan duvardaki kaya bloklarının gevşeyerek düşmeleri ile başlar ve bu blokların mağara boşluklarını bloke etmeleri ile son bulur. Gelişimi sona ermiş mağaralara fosil mağara, gelişimi devam edenlere is aktif mağara denir.